Stockholm Sendromu herkesçe bilinen ve ihtiyaç olduğunda internet arama motorlarında rahatlıkla bilgiye ulaşılabilecek bir kavram. Yine de kısaca özetleyecek olursak; Stockholm Sendromunda bir zorba ve bir kurban vardır. Zorba kurbanı esir alır, kurban bir hayatta kalma stratejisi olarak, kendisini esir alana, failine empati, sempati duyar ve onunla özdeşime girer. Bir süre sonra, failinin destekçisi durumuna gelir.
Stockholm Sendromunda kurban, masum ve pasif olarak değerlendirilir, kurban aslında ne kadar masumdur? Bakış açımızı kurbana yönelteceğiz. Önce küçük bir girişe ihtiyacımız var.
Çocuk gelişim sürecinde sınırlı alana ihtiyaç duyar. Kurallarla netleştirilmiş, kendisini koruyup kollayan, çizgileri belirlenmiş alan çocuğu güvende hissettirir. Çünkü çocuk, henüz kendi güvenliğini sağlayabilecek yeterliliğe sahip değildir. Çocuğun gelişme sürecinde bu alanın sınırları genişletilerek ve zamanla inisiyatif alması sağlanarak yetişkinlik aşamasına geçmesi desteklenir. Bu basit formül; ebeveyn çocuk hiyerarşisinin tersine döndüğü ve aşırı korumacı ya da ilgisiz ebeveyn tutumlarının olduğu durumlarda bozulur. Böylece çocuk sağlıklı bir gelişim sürecinden geçemediği gibi, sağlıklı bağ da oluşturamaz.
Stockholm Sendromunda fail/zorba/istismarcı, sadece silahı başa dayayan soyguncu değildir. Bazen ebeveyn, bazen devlet, bazen siyasi ya da dini erk, zaman zaman patron ve çoğunlukla da eş/sevgili kılığında karşımıza çıkar. Bu durumlarda zorbanın narsistik bir yapıyı içinde barındırma olasılığı yüksektir. O önce korku salar; şiddetle,‘ sevgi ‘ yi geri çekmekle, terk etmekle, kurbanın zayıflığı her neredeyse onunla ve en çok da kurbanı kendi çaresizliğine ikna ederek… Zayıf yanlar ve çaresizlik inancı, insanın hayatta kalmaya dair arkaik korkularını harekete geçirme potansiyelini taşır. Sonra mağdurunu silah kullanmadan iple bağlamadan ele geçirir. Kurbanın ilk stratejisi, cezadan kurtulmak için zorbasının takdirini kazanmaktır. Ona istediklerini vermeyi öğrenir. Mini etek giymez, gönüllü bir tokat yer (böylece dayak yemekten kurtulur), seks yapar, dininden, etnisitesinden, değerlerinden vazgeçer.
Susar, sorgulamaz, düşünmez ve artık hissetmez. Kim olduğunu unutur. Kendisinin varlığı zorbasının saldırısı için yeterli nedendir. En iyi yol kendinden vazgeçmektir. Bir süre sonra failinin gücüne hayranlık duyar ve sonunda kendi kendinin zorbası istismarcısı olur. Zorba ise kurbanının çabalarını takdirle karşılar, cezasını azaltır hatta kurbanını yeterli dozda ödüllendirir. Çünkü kendi varoluşu için onun varlığına ihtiyacı vardır, gücünü kurbanından alır. Bu durumda artık kurban da, ikili oyunun aktif bir katılımcısıdır. Zorbasını yatıştıracak müthiş bir sezgi geliştirmiştir. Kurallar net, sınırlar bellidir. İlişki tanıdık ve bildiktir. Aralarındaki vazgeçilmez bir bağdır. Hayati tehlike, uzun bir süre sonra özgürlüğün daha tehlikeli olduğu bir düzleme geçer. Başka ifadeyle, hayatın kendisi daha tehlikeli bir hal alır. Hayatın içinde duygular, istekler, ruhun ihtiyaçları, idealler, değerler, sorumluluklar, zorlu yollar ve kestirilemezlik vardır.
Dolayısıyla, çaresizliğini içselleştirmiş kurban için failiyle kurduğu bağ bir konfor alanı sağlar. Bu ilişki biçimi, olasılıkla çocukluğunda yoksun olduğu sınırlı alan tanımlanmasının bir tür telafisidir. Zorbasının kesin hatlarla belirlediği, inisiyatif ve sorumluluk alma gereksiniminin olmadığı bu alanda kurban, çocuk kalmaya gönüllüdür. Düşünmesi, sorgulaması, seçim yapması gerekmez. İstismarcısı ona ihtiyacı kadarını vermektedir. Biat etmek en kolayıdır. Risksizdir.
Eğer kurbanın gözü bir gün bir yerde bir aynaya takılırsa (ki bu genellikle bir dostun gözleridir) ve her gün nasıl ölmekte olduğunu, ne kadar ölmüş olduğunu bir an fark ederse, belki kendisinin kim olduğunu da hatırlar. Hatırlamak daha zorlu bir sürecin başlangıcıdır. Çünkü sorumluluk almayı ve seçim yapmayı beraberinde getirir; konfor alanını terk edip bilinmeze doğru ilerlemek ya da konfor alanında kalmak… Eğer düşünmeyi, daha da önemlisi hissetmeyi hatırlarsa, onu orada tutanın aslında kurtulamayacağı değil, kurtulamayacağına olan inancı olduğunu idrak eder. Daha ileriki aşamada zorbasının aslında kendi yansıması olduğunu görür. Eğer, kendisinin zorbasına değil de, zorbasının varlığını sürdürmek için kendisine ihtiyacı olduğunu algılayabilirse, kurban o zaman koşmaya başlayabilir. Hayata ve kendine doğru…
Çünkü hayatın kestirilemezliği aynı zamanda, sürprizlerle ve mucizelerle dolu olmasındandır…
Uzm. Psk. Nilgün Seyhun
Temmuz 2018