SAPAN, KUŞ VE ÇOCUK

sparrows

SORU:

AİT OLMAK MUTLULUK MUDUR?

Hep ait olma peşinde koşuyoruz. Saygı görmek, sevilmek, kabullenilmek, toplumun bir parçası olmak peşinde. Bunu yakaladığımız anlar gerçekten mutluluğu bulduğumuz anlar mı? Değilse daha derin, kalıcı olan mutluluk nedir, nasıldır?

CEVAP:

SAPAN, KUŞ VE ÇOCUK

Çocuk bir gün babasının Ona yaptığı sapanla kuş vurmaya, aslında vurmaya çalışıp, vuramamaya çıkmış… Çayırların, erik ağaçlarının arasında koşarken, doğanın ahengiyle çocuk uyum içindelermiş. Birden yanı başında, gökyüzünde süzülen bir serçenin gölgesini görmüş ve kendisi o yana dönmeden ve bakmadan sapanını gölgenin karşısına, serçenin olması olası yönüne doğru atmış. O sırada minik bir serçenin pat diye ayaklarının dibine düşmesini hiç istemiyormuş. Ancak kadim ruhu, sezgileri, duyumları, bedeni öylesine uyum ve bütünlük içindeymiş ki, şaman avcı olanaksız olanı olanaklı kılmış.

Çocuk kuşu alıp, komşuları olan doktora koşmuş, onu kurtarması için. Doktor içmeye yine sabah başlamış olacak ki, serçeyi O’nun elinden alıp, çocuğun dehşet, acı ve umutla bakan gözleri önünde kuşun bacağını kırıp, bahçeye fırlatmış. Çocuk ağlamış, çok ağlamış, suçluluktan, üzüntüden… Ağlamak acısını hafifletmemiş.

Niyeti bütün çocuklar gibi, sapanla kuş vurmaya çıkıp, bir türlü vuramamakmış. Elbette ki çocuk, bütün çocuklardan farklı bir çocuk olduğunu, çok eski bir ruh olduğunu ve bu dünyaya bir çok yetenek ve insanı ürkütecek bir zekayla donatılarak geldiğini bilmiyormuş. Doğanın var oluşunun, kalbinde titreştiğini derinden hissediyor, tüm insanların da böyle hissettiğini sanıyormuş. Hiç bir canlıyı diğerinden ayırmayan, insanı, hayvanı, bitkiyi, eşyayı bir tutan yüreği, sebebini anlamasa da, O’nu kuş vurma gururundan alıkoyuyormuş.

Çocuk o günden sonra hiç eskisi gibi olmamış, o gün küçük serçeyle birlikte ruhsal bütünlüğü de ölmüş. Çünkü O’ na göre sezgileri, bütünsel var oluşu, bir canlının bu dünyadan gidişine sebep olmuş.

Çocuk artık bu kodlamayla yaşayacaktır. Kendini bölüp, parçalarını kaybederek… O “an”a, o anıya hapsolur engin ruhu. Bir tür aidiyet yitimidir olan, bütünlüğünden ayrılmak, bölünmek ve yerinin neresi olduğunu bilememek… Ne zaman ruhunun tınısını duysa, korkar kendinden, kuşkuları esir alır O’nu. Bırakamaz artık kendini, kendi derinliğine, direnir kendine. Kendini normalliğe baskılamıştır çoktan. Normale de sığmamıştır hiçbir zaman.

Erik ağaçlarının altında, elinde babasının O’na yaptığı sapan ve güneş yanığı teninde deniz tuzunun iziyle koşan, rüzgarın soluğuyla, soluğu karışan, toprağın nemiyle terleyen çocuk, uzak diyarlarda yaşayan bir adamdır şimdi. Ne o ülkede huzur bulabilen, ne bu ülkede yaşayabilen… Bir yaman çelişkidir kendine ulaşma arzusu ve kendinden uzaklaşma çabası.

Sapanı eline almaz artık. Çünkü fısıldar içinde, ol deyince olduracak gücü. Fısıltı seslenir; bilge ruhunu kabuldür yolun, serçeyi öldürse de sevmektir O’nu, Allah vergisi senin önünde eğilmektir saygıyla. Ancak o zaman evinde olursun, kendinde…

Sese kulak veren adam bakar aynaya, görür gözlerinde çocuğu. Işıldar çocuğun gözleri, yanar adamın gözleri. Sapanı verir çocuk, alır adam sapanı… Yüreklerinin ritmi dünyanın kalbiyle birlikte titreşir… Gökyüzüne doğru kuşlar kanatlanırlar şarkı söyleyerek…

Uzm Psk. Nilgün Seyhun

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp