LILITH’ İN GÖLGESİNDE HAVVA….ve ADEM

lilith

Lilith’in hikayesi oldukça hüzünlü; Lilith Adem’in ilk eşi, kendi gibi olmak, Adem’le eşit haklara sahip olmak istediği ve yasak olana (tanrının,söylenmemesi gereken adına), dokunduğu için dışlanmış olan bir kadın….

Lilith Efsanesi

       Eski bir Yahudi efsanesine göre, bu öykü Adem’le Havva’dan öncesine uzanıyor. Yani Adem’  in ilk eşi Havva değil, Lilith adında bir kadındır. Ama tarih boyunca gizlice aramızda dolaşıp, her kadın-erkek tartışmasında kendini gösterse de onu çok az tanıyoruz.

       Sözü edilen efsane şöyle başlıyor:

Tanrı topraktan Adem ile Lilith’i yaratır. Mutlu mutlu yaşasınlar diye onları cennete yerleştirir. Ama bu iki insan çifti bir türlü huzur bulamaz. Sorunları mı? Günümüz çiftlerinin sorunlarından farklı değildir. Adem ilişkide her alanda söz sahibi olmak ister. Ancak Lilith buna karşı çıkar. Özellikle cinsel ilişki sırasında Adem’  in hep üstte yer almasını aşağılayıcı bularak itiraz eder. Kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını, yani eşit olduklarını savunur. Adem ise kendini, bağışlayan, bereketli gökyüzü; Lilith’i de ürün veren toprağa benzeterek bu şekilde birleşmek konusunda diretir. Adem tavırlarında ısrar edince, Lilith, birlikte yaşamalarının zor olacağına karar verip Tanrı’nın söylenmemesi gereken adını anarak göğe doğru yükselir. Sahip olduğu olanakları terk eden Lilith’in yeri, artık dışlanmışların arasındadır. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı Şamael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocuklar doğurur.

Bu arada cennette yalnız kalan Adem, Tanrı’ya dua ederek Lilith’i geri ister. Tanrı, Sanvai, Sansanvai ve Semangelof isimli üç meleği geri çağırmak üzere Lilith’e gönderir. Meleklere, dönmediği takdirde her gün yüz çocuğunun öldürüleceğini emreder. Ama, o kesinlikle dönmeyeceğini bildirir. Ve tehdit yerine getirilir…Lilith, duyduğu acıyla bundan sonra, bütün hamile ve doğum yapmış kadınların, bebeklerin baş düşmanı olmaya yemin eder. Erkek çocukların doğduktan sonra ilk sekiz gün, kız çocukların ise ilk yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece yakınlarında bu üç meleğin ismi ya da şekli bulunanlara dokunulmayacaktır. Lilith artık kötüler tarafına geçmiştir.
Bunun üzerine Tanrı Adem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Bu yeni kadın, Adem’den bir parça olduğu için, ona karşı çıkmayacaktır.

Aslında Lilith hakkında pek çok efsane ve öykü var. Örneğin, Talmud’da (Tevrat’ın başta yazılı olmayıp, sonradan yazılı hale getirilen ikinci bölümü) ondan dişi bir şeytan olarak söz edilir. Bu rolüyle bir hayalet gibi yüzyıllarca tarih sayfalarında dolaşır. Kadın ve çocukları hedef alır, erkekleri baştan çıkararak onlara zarar verir. Yaptıkları bunlarla sınırlı değildir. Bir hayalet gibi kadınların beynine girip, erkeklerle eşit haklara sahip olma savaşını günümüze kadar sürdürür.

Bazı efsanelerde de cadı suretinde çıkar karşımıza.

Görüldüğü gibi Lilith, kadın arketiplerini içinde barındıran bir kadındır; anne, sevgili, cadı… Tüm sahip olduklarından vazgeçecek ve tanrıya baş kaldıracak kadar kendinden emin, ne istediğini bilen, kişilik sahibi, başına buyruk, cinselliğinin farkında ve onu kullanmaktan çekinmeyen,açıklanması ve kavranması zor şeylerle de barışık olması sebebiyle karanlık ve aydınlığı, düalizmi içinde birleştirmiş bir kadındır.

Lilith tamlığı, bütünlüğü çağrıştırır. Aynı zamanda da acılıdır. Sadece kendi gibi olmak istediği için dışlanmış ve çocuklarını yitirmiştir… Güçlü bir kadındır. Elbette ki, Adem’ in onu unutması zordur, hatta efsane Adem’in Havva’yla birlikteyken gözlerini kapatıp Lilith’i düşlediğini söyler. Zaten Havva’da, Tanrı tarafından, fiziksel olarak tıpkı Lilith’e benzer biçimde yaratılmıştır. Ademoğlu’ nun bin yıllardır süren, baskıcı, kadına alan tanımayan, onu erkeğin yardımcısı konumuna indirgeyen tutumunun sebebi, derin terk edilme korkusunun hikayesidir, Lilith’in hikayesi. Erkek kadının gücünden korkmaktadır. Adem, Lilith’i olduğu gibi kabul etmek ve onu sahip olduğu güçle benimsemek noktasında pişmanlık duymuş mudur bilinmez. Ancak oğullarına miras bıraktığı, kadından korkmak,terk edilmek,kadını aramak,anneye ulaşmak kaosudur… Erkek egemen kültürün erkeği, bugün bir yandan kadını baskılamaya çalışırken, bir yandan da baskılanmamış kadının özlemi içindedir.Peki ya Havva?…Havva Adem’in kaburgasından yaratıldı,onun var oluşu,Adem’in bir parçasının eksilmesiyle gerçekleşti,eksik bıraktığı Adem’i tamamlamaktı var oluş sebebi.Yine bilinmez Havva bu ağır sorumlulukla gelmek istemiş midir aslında…Parçadan oluşan Havva, hep tanıdı,bildi parçası olduğu bütünü…

ksik bırakmaktan ve bilmekten suçluluk hissetti,biraz da kibir…Ona suçluluk hissettiren Adem’e, öfke duydu…Adem’de onu eksik bıraktığı için öfkeliydi Havva’ya ve aynı zamanda parçasını verdiği için o da kibirliydi….Havva, Lilith’le özdeşleşen yanıyla,onun Adem’i hiç affetmeyen öfkesini de üstlenmişti ve bir yandan da, Lilith gibi tam olmanın özlemi içindeydi…Zaman zaman kaderine boyun eğip,erkeğini tamamlamaya çalıştı,zaman zaman tam olma arzusuyla isyankardı…

Psikanalist yazar Jean Baudrillard cinsel baştan çıkarıcılığı eksikliğe bağlıyor; “baştan çıkarıcı olanın güçlü yanlarımız değil eksikliklerimiz” olduğunu söylüyor, “çok paradoksal gözükse de ötekileri eksiklerimizle baştan çıkarıyoruz, aynı şekilde ötekini sahip olmadığı şey için, yani eksiği için seviyoruz ve buna karşılık biz de kendi eksiğimizi veriyoruz”. Jacques Lacan ise; “sevmek, sahip olmadığımızı vermektir” diyor.

Sistemik Fenomenolojik Yaklaşım,”Kolektif Vicdan” dan söz eder. Kolektif vicdan, sevgi düzenine -ki bundan kastedilen aile sistemidir- dayalı, sistemden kimsenin dışlanmasına izin vermeyen, kör bir adalet duygusuyla hareket eder. Sevgi düzeninde önce gelen, öncelikli yere sahiptir. Sistemik Fenomenolojik Yaklaşım’ın kadın erkek ilişkisine bakışı günümüz algı ve değerlerinden biraz farklıdır ki, bu farklılık günümüzde “güç” ve “aktiflik, girişim” gibi kavramların tanımını belirleyen faktörlerin değişmesine bağlıdır, kavramların anlamı daha çok kapitalist sistemin değerleriyle yer değiştirmiştir. Sisteme göre: Kadın güçlüdür. Onu güçlü yapan alıcılığı, esnekliği, sezgiselliği, değişebilirliği ve dayanıklılığıdır.

Erkekse, dışsaldır. Girişimci ve aktiftir, yani savaşçı. Savaşçılık koruma, kollama, onur gibi anlamları da içerir. Bu yönüyle erkek, kadına hizmet etmelidir. Kadının gücü ve erkeğin aktivasyonu birleştiğinde sağlıklı ve tamamlayıcı bir ilişkiden söz edilir. Sevgi düzenindeki hiyerarşi kadın erkek ilişkisinde şu şekilde işler: Bir kadın ve bir erkek birlikte olup, daha sonra ayrılmışlar ve başkalarıyla birlikte olmuşlarsa, her ikisi için ve yeni eşler (sevgililer) için de yapılması gereken, öncekilerin varlığına saygı duymaktır.

Aynı zamanda da gittikleri için teşekkür etmektir. Çünkü giderek yeni gelene (sonraki eşe, yeni ilişkiye) yer açmışlardır, böylece sevgi düzeni hiyerarşisindeki yerlerini korurlar. Eğer bu gerçekleşmezse, kolektif vicdan gözü kara adaletiyle, dışlananı, yok sayılanı sürekli biçimde hatırlatacak bir telafi mekanizmasını devreye sokar ve bunu, bir çeşit miras gibi daha sonraki kuşaklara aktarır… Eğer gidene bir de haksızlık yapılmışsa,vicdanın gözü daha da kararır,mekanizma yeni ilişkiyi,eskinin gölgesinden kurtarmaz ve ilişkinin huzur bulması neredeyse olanaksızdır.Miras ise,doğacak kız çocuklarının (ya da yok sayılan ilk eş erkekse,erkek çocukların),sevgi düzeninde yer açılmayan ilk eşle özdeşleşmesi şeklinde ortaya çıkar.Özgürlük suçluluktan geçer,eş,bu ayrılığın payına düşen sorumluluğunu üstlenmezse, yeni ilişkiye yönelemez, böylece özgürleşeme ve üstlenmediği suçluluğu çocuklarına aktarır.Doğal olarak bir suçlu aranır ve bu genelde yer açılmayan,sistemden dışlanan ilk eş olur. Buradan bakıldığında, Lilith’in dünya tarafından unutulması ve “tohum hırsızı”,”cadı”,”şehvet düşkünü” ve “şeytanın işbirlikçisi” ilan edilmesi nasıl algılanmalıdır. Dışlananın gücü büyüktür ve Lilith’in ağırlığını omuzlarında taşıyan Havva kızlarının çıkmazı da bir o kadar zorlayıcıdır. Hatta onlar belki de hiçbir zaman Havva’nın kızı olamamışlardır.

Kognitif Terapi Şema Yaklaşımı açısından baktığımızda, eksiklik teması yine karşımıza çıkıyor. Şema yaklaşımı “Temel Şema” kavramından söz eder, Temel şemalar, kişilik yapılanmasında erken dönem örüntüleridir. Bir başka ifadeyle temel kendilik algılarıdır. Çocuk var oluşundan itibaren kendini, kendisine yansıtılanla tanımlar. Yani acıktığında karnı doyurulur, acısı olduğunda avutulursa kendini güvende ve sevilen bir varlık olarak tanımlar ve böylece temel sevgi ve güven algısı oluşur. Yine girişim aşamasında deneyimlemesine izin verilir, deneyimleri takdir edilir, hoş görülürse, kendisini yeterli bir varlık olarak tanımlar ve kendine güven duygusu gelişir.

Ancak genellikle işler bu kadar yolunda gitmez, aşırı koruyucu ya da istismar edici ebeveyn tutumlarıyla, temel şemalar olumsuz kendilik algıları olarak yerleşir ve çocuk kendisini sevilmeyen, çaresiz, değersiz, yetersiz biri olarak algılar. Erken dönemde yerleşmeleri sebebiyle, bu kendilik algıları son derece katı, sorgusuz ve koşulsuzdur. Bilinçaltının derinliklerinde bu kalıplar net dillerle yer alır, ”sevilmiyorum”, ”yetersizim”, “değersizim” gibi…Kişi oluşturduğu kendilik algısı ile yaşamda var olabilmek için bir takım stratejiler geliştirir: Şemayı sürdürür, kompanse eder ya da şemadan kaçınır.Ağırlıkları değişmekle birlikte bu stratejilerin tümünü, birini ya da ikisini kullanır. Kullandığı stratejilerle aile, iş, sosyal yaşantılarını belirler. Tabii ki eş seçimini de… Aşkın kimyası, tencerenin yuvarlanıp, kapağını bulması ve Adem’in kaburgasından yaratılan Havva ve eksiği arama, tamamlanma temaları ile burada karşılaşırız… Eğer bir kadının “yetersizim” şeması varsa ve var oluş stratejisi şema sürdürümüyse, ki bu durumda kendisine yetersiz olduğunu kanıtlayacak yaşam deneyimleri yaratacaktır. Çünkü temel şema kendi içinde bir self bütünlük oluşturmuştur ve sürekli biçimde kendini doğrulamaya yönelik hareket etmektedir, aksi bir yaşantı, bu yapıyı sarsıcı etki yapacağından, kişi kendini güvenli ve yeterli hissedeceği yaşantılardan kaçınmaktadır. Bu kadının ihtiyacı eksiğini tamamlayacak bir erkektir, onun kimyası, olasılıkla kariyer sahibi, aktif, birçok şeyi bir arada yapan bir erkekle tutacaktır. Karşılıklı bir aşkın gerçekleşmesi için erkeğin de, eksiğinin peşinde olması gerekeceğinden, bu erkek yine olasılıkla “yetersizim” şeması olup, şema kompansesi stratejisini kullanan biri olacaktır. Çünkü onun da ihtiyacı, kendini, kendisine son derece yeterli hissettirecek korunmaya, desteğe muhtaç bir kadındır. Yakıcı aşkın başladığı noktada kendi eksiklerini birbirinde seven ve birbirine eksikliklerini sunan bu çift, ilk aşamalarda birbirlerini buldukları için şükredeceklerdir. Bu mutluluk, ikisinin de, aynı eksiği aramak üzere birleştiklerini anlamaya, algılamaya, sezmeye başladıkları noktaya kadar gidecektir. Bir yokluğun peşinde ve artık imkansız aşkın tuzağındadırlar…

Gerçekten de mutlu aşk yok mudur? Adem için tamamlanma sadece Havva ile mümkündür, o sebeple koşar kaburgasının peşinde. Havva’nın oluş nedenidir Adem’i tamamlamak, kendilik hakkını bırakarak gelmiştir, bir yanıyla da çok iyi bilir tam olmanın dışlanmak olduğunu…

Adem, Havva’ya baktıkça eksik parçasını gördü, ona her baktığında eksiğiyle yüzleşti. Bu onu öfkeden çılgına çevirdi. Havva her Ademe baktığında ondaki eksiği, parçası olduğu bütünün bilgisini, kendini bütünleme korkusunu gördü.Diğerine bakarak kendi eksiğini görmek,kendi eksiğini sevmek ve kendi eksiğine dayanamamak???…Sonuçta kendini diğerinde aramak…Aşk paradoksu…. Tüm bunlar, başka bir mitolojik hikayeyi, Narkisoss’un hikayesini getiriyor akla… Narkisoss bilindiği gibi kendine aşıktır, peri kızı Echo’nun aşkına karşılık vermez, gölün suyundaki yansımasında kendi güzelliğini seyretmektedir. Ve

Narkisoss günün birinde göle düşer ve boğulur. Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman perileri, gölü bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulurlar.

“Neden ağlıyorsun?” diye sorar periler göle.

”Narkisoss için ağlıyorum” diye yanıtlar göl.

”Ne var bunda şaşılacak..” diye sorar orman perileri, “Bizler ormanda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk,ama onun güzelliğini yakından yalnızca sen görebilirdin”.

”Narkisoss yakışıklı bir genç miydi?” diye sorar göl.

Senden daha iyi kim bilebilir ki?…” diye karşılık verir, şaşıran orman perileri, “Her gün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu.”

Göl bir süre sessiz kalır ve şöyle konuşur:

”Narkisoss için ağlıyorum. Ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmemişim ben. Narkisoss için ağlıyorum. Çünkü sularıma geldiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.”

Kadın ve erkek birbirlerinde kendilerini arayıp durmuşlardır. Belki de Lilith’in gidişiyle, bütünlük, insanoğlunun kaderinden sonsuza kadar silinmiştir.Jungcu bir psikanalist olan Clarissa P. Estés “Kurtlarla Koşan Kadınlar” kitabında “vahşi kadın” arketipinden söz eder.Kadının içgüdüsel doğasını tanımlamak için neden bu ifadeyi seçtiğini şöyle açıklar: “Ona vahşi kadın adını verdim, çünkü bu vahşi ve kadın sözcükleri, kadının derinlerde yatan psişesinde masal tıkırtıları yaratıyor.”  Yazar,

kadının doğasını kurtlarla ilişkilendirir ve der ki:

“Sağlıklı kurtlar ve sağlıklı kadınlar belirli ruhsal karakteristikleri paylaşırlar: Keskin bir duyarlılık, oyuncu bir ruh ve yoğun bir kendini adama kapasitesi. Kurtlar ve kadınlar, doğaları, araştırıcılıkları, büyük bir dayanıklılık ve güce sahip olmaları bakımından yakın akrabadırlar. Sezgileri çok güçlüdür; yavruları, eşleri ve sürüleriyle yoğun biçimde ilgilenirler. Sürekli değişen koşullara uyum sağlamakta deneyimlidirler; tuttuklarını koparmanın yanı sıra çok da cesurdurlar. Ancak ikisi de sürekli avlanmış, taciz edilmiş, yanlış bir şekilde obur, sapkın, son derece saldırgan ve hasımlarından daha az değerli olarak tanımlanmıştır.

Hem vahşiliği hem de ruhun vahşi yanlarını yok eden, içgüdüsel olanın soyunu kurutan ve arkada hiç iz bile bırakmayanlar için, ikisi de birer hedef haline gelmiştir. Kurtların ve kadınların kendilerini yanlış anlayanlar tarafından yok edilmesi çarpıcı bir benzerlik taşır.” Yazar, anne bir kurdun ölümcül yara almış yavrusunu öldürdüğünü gördüğü deneyiminden söz ederken “haşin bir şefkat” tanımını yapar.

Kadın; doğum ve ölümün, dönüşümün varlığıdır, hayat vericidir. Kadının ehlileştirilmesi ve vahşi doğasına yabancılaştırılmasının kökleri Adem’e kadar uzanıyor. Ne hikmetse Adem “hükmedebileceği kendisine karşı koymayan” bir kadın istemiştir.Kadını kadın yapan, yaratıcılığının sebebi cinselliği, “hafif meşrep” ,” yakışıksız”, “çocukların annesi” sıfatlarıyla elinden alınmış, toplum net kurallarla (ve tabii ki aşarsa dışlanacağı), kadına aslında doğasına ait olmayan sınırları her konuda bildirmiştir.Ve kadın bir kaburga kemiğine indirgenmiştir…Aşağıdaki hikaye hoş bir şekilde anlatır bu durumu :

Adamın biri bir terziye gelmiş ve bir takım elbise denemiş. Aynanın önünde dururken yeleğin alt kısmının bir parça eğri büğrü olduğunu fark etmiş.

 “Ah,” demiş terzi, “bu konuda endişelenmeyin. Sadece daha kısa olan ucu sol elinizle aşağı doğru çekiştirin, kimse bir şey fark etmeyecektir.”

 Müşteri bunu yapmaya çalışırken ceketin klapasının, düz duracağına kıvrıldığını fark etmiş.

 “A, o mu?” demiş terzi, “bu hiçbir şey değil. Sadece kafanızı biraz çevirin ve çenenizle aşağı doğru bastırın.”

Müşteri razı olmuş ve bunu yaparken pantolonların iç dikişlerinin biraz kısa, arkanın da epey sıkı olduğunu hissetmiş.

 “A, bu konuda endişelenmeyin” demiş terzi. “Sadece iç dikişleri sağ elinizle aşağı doğru çekin, her şey mükemmel olacak.” Müşteri razı olmuş ve takımı almış.

 Ertesi gün, terzinin yapmasını söylediği tüm el ve çene “düzeltmeleri”yle birlikte yeni takımını giymiş. Çenesi klapayı aşağı doğru bastırırken, bir eli yeleği çekiştirir ve öteki eli ise kasığının altını kavrar bir şekilde aksayarak parktan geçiyormuş. İki yaşlı adam dama oynamayı bırakıp onun yoldan geçişini seyretmeye başlamışlar.

“Vay canına!” demiş birincisi. “Şu zavallı sakat adama bak!” İkinci adam bir an düşünmüş, sonra mırıldanmış: “Evet, sakatlık çok kötü, ama benim merak ettiğim ne biliyor musun..? Böyle güzel bir takımı nerden aldı acaba?

Lilith ise farklıydı. Lilith, o güzel takımı giymedi. Tatlı sözlere kanmadı. Kim olduğunu ve ne istediğini bildi. Lilith vahşi doğasına bağlı kalmayı seçti. Kendisini dışarıdaki gerçekle değil, içindeki gerçekle tanımladı. O çıplaklığı göze aldı…

Jung dişi ve erkek arketipinden, “anima” ve “animus” dan söz eder. Bunlar kolektif bilinçdışında kayıtlı kadın ve erkek imajlarıdır. Her kadının bilinçdışında bir erkek öğe (animus), her erkeğin bilinç dışında bir kadın öğe (anima) vardır. Bir başka ifadeyle her kadında bir erkek, her erkekte de bir kadın vardır. Doğu felsefesinin yin ve yang’ı gibi…

Kadındaki ve erkekteki diğer cinsin algısı ve parçası kaynağını üç kökten alır: Kadının kendisine miras kalan kolektif bilinçte kayıtlı erkek (erkek için kadın) imajı, kendisinin yaşamı boyunca erkek figürleriyle ilişkilerinden edindiği deneyimleri (baba ve otoriteler… erkek içinse, anne) ve içindeki gizli erkek animus (erkek için anima). Kaba bir tanımla animus, düşünceyi, anima ise ruhsallığı üretir. Jung, animusu akılcı yargılar ileri süren baba ve bir çeşit soylular grubuna benzetir. Animus, kesin yargılar, önyargılar, kurallar bütünü biçiminde kendini gösterir. Bu eleştirel ve katı tutum bazen kadının kendisine yönelerek, aşağılık duygusu olarak ortaya çıkar, bazen de çevreye saçılmış kör eleştiriler biçiminde kendini gösterir. Bazen de animus kadında dogmatik fikirler, yönelimi sağlanamamış savruk düşünceler haline gelir. Yine kadın son derece dağınık ve işlevsellikten uzak gelmelerine rağmen bu düşünceleri ayırt ettiği takdirde araştırmacı bir işleve, bilgiye, gerçeğe yönelirken animusundan destek alır. Kadındaki animus olağanüstü durumlarda kadındaki saldırganlık ve cesareti ortaya çıkardığında yararlı olur, geçmiş dönemlerde kadınların savaşa katılma durumlarında olumlu bir işlevsellik sağlamıştır. Kurtuluş Savaşının kahramanları Elif Anaların hikayeleri bu duruma bir örnek oluşturur. Anima ise, animustan farklı olarak, zamanın ötesindedir ve tektir. Anima çift yönlü bir karaktere sahiptir, bu çift yönlülük; tanrıça, fahişe ve cadı ile kimliğe bürünür. Karanlık ve aydınlığı temsil eder, mitolojide, kendisini sonsuza kadar sevmesi için erkekleri baştan çıkarıp, sonra da suya çekip boğan su perileri, denizkızlarıyla karşımıza çıkar. Anima akıllıdır. “Garip bir biçimde anlamlı bir şey, bir giz ya da gizli bir bilgelik ona sıkı sıkıya sarılmıştır.” Ruhsal patlamaları, önsezileri, sezgileri üretir.  -Lilith’le yine karşılaşıyoruz.

Nasıl animusuyla yabancılaşan bir kadın, kendi animusunun dogmaları, yargıları, katı eleştirileriyle aşağılık duygularına sürükleniyorsa, Animasıyla barışamayan, onu küçük görüp aşağılayan bir erkek de, kendi animasının karanlık yönü tarafından esir alınır, yönünü şaşırmış duyguların, savrulmaların içinde bulur kendini. Böylece korktuğu başına gelir reddettiği animası tarafından yönetilirken, adeta kadın kimliğiyle davranır. Bir çeşit yetersizlik duygusuyla kendini yer bitirir. Ancak erkek, animasından dehşetle korkmaktadır. Dişi gücün, anne figürünün de yoğun etkisiyle, erkek iradesi üzerinde olağanüstü bir etkisi vardır. Erkek animasından kaçtıkça kendine çarpar, bir yanıyla da her kadın kendidir. Oysa erkeğin animası, eğer erkek kendi karanlığına bakabilirse, sezgiyi, hoşgörüyü, yaratıcılığı ve daha da önemlisi kendi bilgisini barındırır. Adem’in, Havva’ya baktıkça gördüğü kaburgası kendidir. . Belki de erkeğin, karanlığa bakmaktan duyduğu derin çekincenin temelinde orada Lilith’le karşılaşma korkusu vardır. Onunla karşılaşma, dışlamanın suçluluğu ile de karşılaşma anlamına gelmektedir.

         Temel var oluş sorunsalımızın yansımalar olduğunu söylemek, çok da zorlayıcı olmayacak gibi görünüyor. Kutsal kitap’ta “Ve Allah insanı kendi suretinden yarattı” (tekvin bab-1 ) ve yine Kuran’ daki bir ayette “Şüphe yok ki, Allah, insanı rahman suretinde yarattı” denilmektedir. Bu ifadelerde kadın ve erkek ayrılmamıştır. Jung’un “gölgeler” ve “anima –animus” kavramları, İslam tasavvufunun “tanrısal aşka kendi içinde ulaşmak” kavramıyla örtüşmektedir. Yunus Emre’nin ifadesiyle “Bir ben var bende, benden içeri”…Karanlık ve aydınlıktan, iyilik ve kötülükten, yin ve yangdan, kadın ve erkekten oluşuyoruz. Bu düalist yapı tanrının yüzü ve dengesidir belki de. İçeriye, karanlığa, tanrısal öze yolculuk zordur.

 İnsan olmanın sorumluluğunu üstlenmeyi gerektirir. Çünkü, yaptığımız haksızlıklar, diretmeleriniz, kibrimiz, günahlarımız sahip çıkılmak üzere karanlıkta bizi bekler. Aydınlığa, karanlık ve aydınlığın dengesine, kadın ve erkek olmaya, bütün ve bütünleşmiş olmaya giden yol karanlığın kabulünden geçer. Dolayısıyla özgürleşmenin de… Lilith bunu başarmıştı. Aşağıdaki hikaye, Caine’ nin, kardeşi Abel’i öldürdükten sonra sürüldüğü Nod şehrinde Lilith’le karşılaşmasını anlatır.

Caine karanlıkta yalnız kalmıştı. Açtı, üşüyordu ve ağlıyordu… Karanlığın içinden tatlı bir ses geldi. Siyahlar içinde bir kadın Caine’e doğru yaklaştı:

Görüldüğü gibi Caine, Lilith’in, babasının ilk karısı olduğunu öğrenince oldukça şaşırır. Onun varlığından haberi bile yoktur. Talihin –ya da kolektif vicdanın- bir cilvesidir ki, Adem’ in oğlu da, benzer kaderi yaşayarak dışlanmışların diyarındaki yerini alır. Sistem dışlanmaya izin vermeyecek biçimde çalışır ve diğer kuşaklar dışlananı izleme görevini sevgiyle üstlenir. Yönünü şaşırmış bu kör sevgi, sevgi düzeninin yeniden kurulmasına ne yazık ki hizmet etmez. Çünkü bunun tek yolu dışarıda bırakılmışa yer açmaktır. Hikayede Lilith’in şefkati, koruyuculuğu, sarıp sarmalaması, tatlı sesi, yumuşaklığı çarpıcıdır, yine de siyahlar giymiştir. Kini yoktur Adem’ in oğluna. Belli ki barışıktır karanlıkla aydınlıkla, iyilikle kötülükle… O “uyanmıştır”.

Mitolojilerde, hikayeler ve efsanelerde, vahşi kadın, ana tanrıça, bilge kadın arketiplerinde, tapınak fahişelerinde varlığını hissettiren aslında hep Lilith’ dir. Havva erkeği tamamlamak göreviyle gelmiştir. O baştan çıkarıcı bir figür değildir, yasak elmayı yemesi için aklını çelen de yine, yılan kılığında cennet bahçesine süzülen, Lilith’dir. Lilith mitolojide yılanla simgelenir. Yılan, başın ve sonun, sonsuzluğun, dönüşümün, ölümün ve yeniden dirilişin sembolüdür. Aynı zamanda yılan uzunlamasına görüntüsüyle fallik, kıvrılan yapısıyla da dişi karakteri aynı anda yansıtır.

Lilith’in hikayesi hüzünlüdür, bir yanıyla da, güçlü kimliğiyle umut vaat eder. Lilith Adem’e aşık mıdır bilinmez. Yılan aynı zamanda aşk ve kinin de sembolüdür. Kininin nedeni; evlatlarını kaybeden bir annenin tepkisi midir, kişilik haklarına yapılan saldırının mı, yoksa aşkının mı? Bildiğimiz tek şey, Lilith’in yaşadıkları zordur. Dışlanmış ve aidiyetini yitirmiştir ve bu sadece kendi olmak istediği için başına gelmiştir. Acısı büyüktür ve öfkeye dönüşmüştür. O ilk kadındır. Ve Lilith’in gölgesi üzerimizde, aramızda hatırlanmayı bekler…

Vahşi kadınlara ve vahşi kadını sevmeye cesaret eden savaşçı erkeklere…

Karanlıktan korkmayan tüm erkeklere ve kadınlara……

 

Uzm.Psk. Nilgün Seyhun

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp