Öyle ağırdır ki yaşananlar, öyle acıtıcı ve yaralayıcı, acıya katlanılamaz olur. Katlanamamak dağılmak demektir, yok olmak… Varolmak için yaraların üstü örtülür, hiç yaşanmamış kabul edilir yaşananlar. Ama yaşanmıştır, kaydı tutulmuştur bir yerlerde… Hem de sıkı sıkıya… yoğun bir basınç ve baskıyla ordadırlar… Artık hiçbir yerdedir adam, ne orada ne burada. Durduğu her yerde boşluk vardır. Boşluk, ait olamama, bunaltı, sıkıntı… Kafası karışıktır, güçlü kahkahalar atar kendini, kötü bir şey olmadığına, mutlu olduğuna ikna etmek için. Bir süre idare etse de, boşluk duygusu bırakmaz yakasını… Sürekli bir anlam arayışı… Anlam veremez anlam bulamayışına.Varoluş kaygısıdır onunki. Varlık ve yokluk arasında gider gelir. Tek istediği mutluluktur, çok çalışır mutluluk için, sürekli mutluluk kurguları yapıp, ulaşmaya çalışır mutluluğa… Ne zaman yakalasa mutluluğu, yaralarından sızan kan yaklaştırır onu, acı verici varoluşuna… ve delicesine kaçar adam kendinden ve mutluluktan. Çok önceden öğrenmiştir bunu, alınamadığı, görülemediği, sevilmek korunmak için yok; annesinin acılarını dindirmek, ona omuz vermek için var sayıldığı günlerden…
Bölünmüştür çocuk ruhu, parçalar yabancıdır artık birbirine. Varolup, yok sayılma acısındansa yokluğu seçer ve kendini feda eder minik yüreği. Acı ve varoluş eşleşmiştir artık onda. Çocukluğu ben buradayım diye bağırırken, mükemmelliği kurgular adam. Mükemmelliği sunar kadınına, yaralı çocuğu görmesi, şefkatle sarmalaması için. Aslında tek istediği annesinin sığınamadığı göğsüyken, avuntu arar kadınında, kadınlarda … Ve boşluğa düşer sıcak göğüs bekleyen başı, kendisi gibi. Ve yine gider kendinden, yakıcı bir öfkeyle sarsılarak…
Gitmeler, gitmeler… Bilemez adam, gittiği her yere yoksun çocuğu da beraberinde götürdüğünü. Bilemez, ancak o çocuğu acısıyla görürse, durabileceğini, kalabileceğini, varolabileceğini… Çocuk ve adam görmezler birbirlerini. Parçalanmışlardır artık. İç içe geçmiş bir parçalanmışlıktır bu. İçine gidemeyen adam, dışına gider hep, içinden kaçarken öğrenmiştir gitmeyi… Adamın gücüne ihtiyaç duyan çocuk baş edemiyordur ve öfkeyle sokar, yalnızlığının çelik çomağını yaralarının dibine… Kan durmaz artık. Hırçın bağırır çocuk; ben buradayım diye.Adamın bedenini acıtır, buradayım demek için, hasta düşürür onu, varlığını hissettirmek için… Çocuk çok iyi bilir bu işi, hasta annesini yanında tutabilmek, sıcak göğsündeki sevgiye ulaşabilmek için, onun yerine hasta olmayı seçmiştir. Feda etmiştir yine. Yeter ki yanımda kal, senin yerine ben hasta olurum. Belli ki sevgi budur onun için… Ama kalamamıştır annesi, o da yokluktadır, yaslanacak omuz bulamamıştır o da. Oğlu babasıdır, kocasıdır. Gelmez elinden annelik, yaralı küçük bir kız sıkışmıştır onun da içine.
Çocuk hırçınlaşır, adam kaçar. Gider, gider, gider sonu gelmez yollara. Artık tanımaz çocuk ve adam birbirini, attık yabancıdır varoluş ve yokoluş birbirine. Son bir umutla, “dur ve bak gözlerime!” diye bağırır çocuk, adamın mavi gözlerinden dışarıya. Çocuktur gözleri adamın; öfkedir, acıdır, yabancıdır. Çocukla her bütünleştiğinde, yanar gözleri adamın. Sevgi olur, mavi bir ateş olur gözleri adamın… Çocuğun yaralarını sarmak tek yoludur. Ancak o zaman durur adam ve huzur getirebilir, gitmelerden yorgun ruhuna…
Anne oğullarına….
Uzm.Psk. Nilgün Seyhun