“EVLİLİK ÇIKMAZI”NDAN ÇIKILIR MI?

libra

Ona aşık oldunuz, hayatınızı beraber geçirmenin harika olacağını düşünüyordunuz, hatta kendinizi onunla karşılaştığınız için çok şanslı hissediyordunuz. Sizin evliliğiniz herkesinkinden farklı olacaktı, birlikte geçireceğiniz hayat şimdiden sizi heyecanlandırmaya başlamıştı, ondan doğacak çocuğunuzu deli gibi merak ediyordunuz, onu çok iyi yetiştirecektiniz… Sonra?.. Kendinizi, ”Artık dayanamıyorum” der buldunuz. Bir de baktınız, genç kızlara; “………. yıldır beraber olduğum adamı evlenince tanımamaya başladım, aman dikkat!”  öğütleri veriyorsunuz ve bilgiçce ekliyorsunuz: ”Başlarda hep öyle olur, birkaç yıl sonra görürsün sen” ve tabii, “Erkek değil mi, hepsi aynı”… Eşiniz de bu arada oflayıp poflayarak dolaşıp, sürekli maç mı seyrediyor. O da, “Kadın milleti değil mi, hiçbir şeyden mutlu olmazlar, sürekli didik didik” mi diyor. Sex yaptığınız zamanların arası iyice açıldı, hatta o uyuduktan sonra yatağa gitmeye özen göstermeye başladınız ve diğer erkekler ilginizi çeker oldu.

Artık iş bahanesiyle eve daha geç gelen bir eşiniz var. Bir yerden sonra “Çocuk(lar) için katlanıyorum” der duruma geldiniz. Peki ne oldu? Ne oldu da bu hale gelindi?… Bu hale gelinmesinin tek sorumlusu eşiniz mi? Sizin bunda hiç payınız yok mu? Yoksa gerçekten talihiniz mi gülmedi, evlilik şans/kısmet meselesi diyenlerden misiniz? Ama siz değil miydiniz ona aşık olan, onu eş olarak seçen? Hatırlayın, o zaman da sorunlarınız vardı…”Zamanla halolur” dediğinizdeki planınız neydi?; Oysa evlenir evlenmez işler sarpa mı sardı?

Olasılıkla iki şey oldu; birincisi sevgililik statüsünden, eş statüsüne geçtiniz, kendinizin ve eşinizin sizden rol beklentileriniz vardı ve bu beklentiler çakışmadı. Örneğin, bekar evinde yaptığınız makarna yere göğe koyulamazken, şimdi sizden her akşam yemek yapmanız bekleniyordu. Eşinizin kafasındaki eş ideali bunu gerektiriyordu ve çığlık çığlığa anlatmaya çalıştınız, ”Ben böyle bir kadın değildim ki! Sen bunu bilmiyor muydun! Annen gibi olamam ben!”…

Size bir sır vereyim; onun planı da sizinkiyle aynıydı. Yani sizi değiştirebileceğini düşünmek. Bu da ikincisi… Siz de aynı eşiniz gibi, kafanızdaki eş modeline öylesine yönelmiştiniz ki (o eş,“Tamam tatlım, yemek yapmak istemediysen ben yaparım ya da dışarıda hallederiz” diyordu), sevgilinizden bu modeli bekleyemeyeceğinizi farkedemediniz, farkettiğinizde de, düzelir dediniz. Alt yazı olarak “değiştiririm”… Böylece her iki tarafın da, birbirini değiştirme ve değişmeme savaşı başladı. Yani Ali’den Mehmet, Fatma’dan Ayşe yaratma çabası. Oysa Ali’nin de Fatma’nın da tek ihtiyacı farkedilmek ve takdir görmekti. Peki siz değişime direnirken, ondan değişim beklemek haksızlık değil miydi?..

Hepimizin temel ihtiyaçlarından biri değil midir, olduğu gibi kabul edilmek… Şimdi de “Önce o etsin” kavgası mı?.. Eşimizi seçme sebebimiz asla tesadüf değildir. Aynadarlığı, yansıtmaları en iyi kimle yaşayacaksak, onu alırız hayatımıza eş olarak. Algılarımız seçicidir, nereye bakarsak onu görürüz. Baktığımız yer ise, genellikle değiştirmeye odaklandığımız -ki başaramadığımız- kafamızdaki modele uymayan, ondan alamadığımız ve aslında ona veremediğimiz yerdir. Olmayana odaklandığımızda, olanı ve alabildiklerimizi gözden kaçırırız. Bu anlamda evlilik son derece geliştirici bir dinamiktir. Eşimizde en çok öfkelendiğimiz şey, ya bizde olmayan ya da kendimizde başedemediğimiz şeydir. Yani onun aşırı rahatlığı/sorumsuzluğu bizi deli ediyorsa, sebebi olasılıkla, bizim aşırı tedirgin ve endişeli oluşumuzdur. Ya da aynı sorunla başedememişizdir ve onda kendimizi görmektir aslında canımızı sıkan.

Bunu farketmek bile, karşı tarafa yöneltilen negatif gözleri yumuşatacağından, dinamikleri değiştirici etkiye sahiptir. Böylece, eşimize alan açmış oluruz. Kendimize baktığımızda onu, olduğu gibi kabul noktasında da koca bir adım atmış oluruz. Açtığımız alandan giriliyorsa, adımımız karşılık buluyorsa -ki bu zaman ister, çünkü tarafların süreçleri farklıdır ve bu gelişim aşamasının bir parçasıdır- evlilik çıkmazından dönüşümle çıkılır ve evlilik, birlikte gelişilen, büyüyen bir yapı durumuna gelir.

Bazen de, biz tüm bunları yapıp, ilişkiden payımıza düşeni alırken ve tabii kişisel gelişimimiz yolunda ilerlerken, eş kendi sürecinde kilitlenmiş, adım atmak bir yana, suistimal etme aşamasına gelmiştir. Sözkonusu aşama; hafife alınıp, her ne olursa olsun benden vazgeçmez düşüncesi, daha fazla değişim vb. talepkarlığından, fiziksel/psikolojik şiddete, aldatılmaya uzanan geniş bir yelpazedir. Artık, ”Kişisel sınırlarım nerede başlayıp, nerede bitiyor?”, ”Alanımı koruyabiliyor muyum?”, ”Değer algım nedir ve beş yıl sonra kendimi nerede görmek istiyorum?”, ”Kendilik değerim bana ne hakettiğimi ve ne haketmediğimi söylüyor?”, ”Bu ilişki bana ne veriyor ve benden ne götürüyor, benden götürdüklerine neden izin veriyorum?”, ”Korkularım neler?” sorularını sorma zamanıdır. Yani evlilik çıkmazından çıkmanın bir yolu da, ardınıza dönmeden gitmektir. Bu aynı zamanda, yine kendi çıkmazınızdan çıkmaktır.

Elbette ki, hatanızla -hatasızlığınızla, payınıza düşeni, sorumluluğunuzu almak koşuluyla. Aksi taktirde, benzer süreçleri yaşamanız, benzer ilişkiler içinde olmanız kaçınılmazdır. Her koşulda evlilik, eğer almasını bilirsek, değiştirici, dönüştürücü bir süreçtir. ”Çocuk(lar) için katlanıyorum” -onlar sizi böyle görmek istemiyorlar-, ”Amaan, bütün erkekler aynı” -siz değişmezseniz farklı olanıyla karşılaşma olasılığınız az-, ”Şimdiki aklım olsaydı” -şimdi, şimdiki aklınız var-” Bundan ayrılacağım da ne olacak, daha iyisini mi bulacağım.” -kim bilir? Denemezseniz bilemezsiniz- söylemleri yalnızca korkularımızla yüzleşmememize sebep olur ve tabii ki seçimdir. Korkularımızla yüzleşmek (evlilik sürerken ya da biterken), potansiyelimizle tanışmamızı, gücümüzü farketmemizi, kendimizi algılamamızı sağlar.

Evliliğin içinde ya da dışında kendinize yaptığınız yolculukta kolaylıklar diliyorum…

 

Uzm. Psk. Nilgün Seyhun

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp