FANUSTA YAŞAMAK

life-in-bell-glass

Pencereden bakarsınız, dışarıya… Doğaya, insanlara bakarsınız, karışmak istersiniz onlara ve koşmak istersiniz yağmurda, hadi şimdi dersiniz. Ama yapamazsınız. Bir nefes daha çekersiniz sigaranızdan… Bir fanusun içindesinizdir ve asla o ince camı kıramazsınız, öylece bakmaya devam edersiniz dışarıya, yaşama… Yaşayamadığınız hayata. Yarın dersiniz, yarın mutlaka… Ve yarın yine, elinizi sigara paketine uzanırken izlersiniz kendinizi istemsizce… Çalışırken, alışveriş yaparken, çocuğunuzun öğretmeniyle görüşürken, işten dönerken, işe giderken hep yere, aşağıya doğru çekildiğinizi hissedersiniz, sizi bir köşeye koysunlar ve orda kalın, orda yok olun istersiniz. Öyle zordur ki yaşamak, o kadar yorucudur ki. Yatağa yatarken, yataktan kalkarken öyle yorgunsunuzdur ki, omuzlarınızda tonlarca ağırlık vardır sanki. Doktora gidersiniz, kan tahlillerinizi yaptırırsınız, çok istersiniz tiroid vs. yüzünden desin ve anlamlandırın bu yorgunluğu, ilaç alın iyileşin ve bitsin…

Ama demez. En fazla kansızlık der. Kızarsınız… Neden hep kansızsınızdır ki? Biri mi çekiyordur bu kanı, dibiniz mi delinmiştir? Neden hep başınız döner ve gözleriniz kararır? Hiç mi işe yaramaz bu ferumlar, ferro bilmemneler. Yaşamak için sürekli bir çabaya ihtiyacınız olduğuyla bir kez daha yüzleşirsiniz. Herkes gibi yaşayamazsınız siz, öylece ve sadece varolarak, yalnızca burada olduğunuz için… Burada olmaktan bir sıkıntınız yoktur ama olamazsınız da… Gitmek istemezsiniz, ancak kalamazsınız da…

Çocukluğunuzu hiç özlemezsiniz, anlamazsınız insanların başa, çocukluğuna dönme isteklerini. Her şeyin yeniden yaşanması düşüncesi sizde panik duygusu uyandırır. Ağırçekim hayatınız zaten alamadığınız nefesinizi daha da çok tıkar. Ne kadar yavaştır her şey, akvaryumun içindeki ağır aksak balıkmışsınız gibi boğarsınız kendinizi. Bir bunaltı eşlik eder size hep… Bunaltı ve boğulma duygusu… Nazım’ın dizeleri çınlar beyninizde; ”Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı…… yani, işin gücün yaşamak olacak.”…Ne zaman yaşamaya dair bir şey yapmaya kalksanız, jel kıvamındaki o şey çeker sizi geriye, yapış yapış hapsolursunuz kendi içinize…

Nereye yöneleceğinizi bilememek, orda ya da burada olamamak ne tarafa giderseniz gidin bunaltıyı, boşluğu, hüznü, keder duygusunu beraberinde taşımak, yönünüzü, alkole, yanlış ilişkilere, ilişkisizliğe, yaşamınızı daha da zorlaştıracak seçimlere çevirir. Kendinizin korkunç sabotörü olup çıkmışsınızdır.

Traji-komik ki, son derece de güçlü hissedersiniz bir yandan. Yerin sizi tüm yutma çabalarına karşın, hiç durmadan koşarsınız. Taşradan, ailenizden yırtmışsınız, sizi sıkıştıran değerlerden taşmış, ailenizin asi ve zor kızı olup, hakkın adaletin peşine düşmüş, bütün yanlışları düzelteceğinize bile inanmışsınızdır çoğu zaman. Siz olmasanız dünya dönmez sanırsınız, sizsiz dönen dünyayı da beğenmezsiniz. O dünyanın dibine çomak sokacak fütursuzluktasınızdır.

Bunaltı, endişe, öfke hep eşlik eder size… Her şeyi kontrol ederseniz yetersiniz zannetmişsiniz, çok şeye yetmişsinizdir de. Öyle yetmişsiniz ki, herkes sizin her şeyi halledebilirliğinize gönülden inanmıştır. Ailenizin, dostlarınızın başvuru kaynağısınızdır. Daha fazla yetmek için, okumanın öğrenmenin peşini bırakmazken ve tüm bunları kıramadığınız fanusun içinde yaparken, hep bir omuz, destek istemişsinizdir. Neden hiç destek alamadığınızı anlayamazken isyan ve öfkeden başınız dönmüş, yalnızlığın derinliğine gömülmüşsünüzdür.

Bir yandan sınır tanımazken, aynı zamanda fanusun içinde boğulmak ruhunuzu felç eder, kıpırdayamazsınız. Kolunuz kanadınız kırıktır, kimse fark etmese de… Kimse bilmez bıraksanız yıkılacak halinizi… Kimse bilmemelidir de… Güçsüzlük, baş edememe, yenilgi yakışmaz size… Siz babanızın komando kızısınızdır, siz babanızın doktor kızısınızdır, siz babanızın “benim kızım halleder” kızısınızdır. Babanız daha doğmadan güvenmiştir size, daha doğmadan, sonradan doğacak kardeşinizi teslim etmiştir size… Güçlü ve sınırsızsınızdır. Tek istediğiniz babanızın omzuna güvenle kendinizi bırakmakken, babanızın annesizliğine çare olursunuz. Onu, annesizliğinin babasızlığının acısından çekip çıkarmak istersiniz.

Çok özlemişsinizdir babanızı. Onun acısına, kendi babasızlığınıza yüreğiniz dayanamaz, canınız yanar. O kendi ana-babasının peşindedir, siz onun… Çekeleyip durursunuz… Ama çok zordur koskoca babayı olduğu yerden çıkarmak. Komandoluk, doktorluk, psikologluk, iş bitiricilik, bilgi, birikim, akıl, zeka hiçbir şey yetmez buna. Onu orda bırakıp, yaşayamazsınız da…

Her yaşamaya kalkışınızda suçluluk yapışır yakanıza… Haksızlık sayarsınız yaşamayı. Yapamazsınız, yorulur ve bitap düşmüş, yığılırsınız yere. Neden hiç yardımcı olmaz ki, neden biraz çabalamaz… Öfke içinizi kavurur yine… Siz babanızı istersiniz, sadece babanızı… Ama o gelmez, gelemez… Tabii ki ister ama gelemez… Zaten hiç burada olamamıştır.

Burada hiç olamadan, yaşamdan içine derin bir soluk çekemeden sizi, kardeşlerinizi var etmiştir. O olmasa siz, siz olur muydunuz?… Babanız yüklemeseydi bu gücü, böylesine sınırlarınızı aşabilir miydiniz? Nasıl öğrenirdiniz meydan okumayı, kabınızdan taşmayı, hep sınırları zorlamayı, savaşmayı, kazanmayı? Onun adaletsiz kaderini taşımanız için bile olsa, babanız öğretmedi mi, adil, hakkaniyetli, doğru ve dürüst olmayı? Kardeşlerinize suçlu hissetseniz de, bir yudum suyu bile geçiremeseniz de boğazınızdan, eziklik duygusu olmadan, güçlüsünüzdür işte…

Düşünmeden edemezsiniz; bir de burada olabilseydi neler yapardı diye… Birden babanızın gücüyle aydınlanırsınız. Yoksa sizin babanız Süpermen midir?  Ve şükreder bulursunuz kendinizi… İçerdeki küçük kız gülümseyerek mırıldanır; ”Bütün babaların içinde iyi ki babam, benim babam olmuş.”… Ve sevgiyle bakar kadın haline…

Tüm baba kızlarına..
Süpermen babalarımıza kalpten saygıyla…

 

Uzm.Psk. Nilgün Seyhun

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp